Bir Erkeğin Çöküşü: Kadın Cinayetlerinin Psikolojik ve Kültürel Anatomisi
Bu topraklarda bir erkek, dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren kendisine bir hikâye bırakılır. Bu hikâye ne annesi tarafından yazılır ne babası tarafından; daha çok, evin duvarlarında asılı duran görünmez bir miras gibi, ağızdan ağıza dolaşan bir yasaymışçasına ona devredilir. "Erkek dediğin güçlü olur, sözü geçer, susmaz, boyun eğmez..." Bu cümleleri kimse ona özel olarak öğretmez ama çocuk büyüdükçe bunlarla çevrilmiş bir iklimde yürümeyi öğrenir.
Erkeklik bu coğrafyada yalnızca bir cinsiyet değil, küçük bir iktidar biçimidir. Otoritenin aile içindeki en küçük tezahürü, çoğu kez baba üzerinden çocuğun zihnine kazınır. Baba konuşur, herkes susar. Baba öfkelenir, herkes geri çekilir. Baba cezalandırır, kimse itiraz etmez. Çocuk, sevgiyle korkunun birbirine karıştığı bu sahnelerde şunu öğrenir: "Gücün olduğu yerde duyguya yer yoktur." Ve belki de asıl mesele tam burada başlar.
Çünkü duygusunun adını koyamayan, incinmişliğini taşıyamayan bir erkek; kendi benliğini bir başkasının üzerinde kurmaya mecbur hisseder.
-
Tarihten Bugüne: Erkekliğin İçi Oyuk Tahtı
Osmanlı'dan bugüne uzanan kültürel hafızada erkeklik, evin içinde kurulan küçük bir devlet gibi konumlandırılmıştır. Asker ocağında pişen disiplin, sokakta övülen cesaret, türkülere karışan kahramanlık, çoğu zaman tek bir cümlede özetlenir: "Erkek adam sözünden dönmez."
Erkeğin değerini belirleyen şey ne hissettiği değil, sahip olduklarıdır:
Atı, avradı, silahı.
Hızı, hükmü, gücü.
Ve bunların hepsi, erkeğin zihninde aynı kategoriye yerleştirilir: Mülkiyet.
Kadın burada bir insan değil, erkeğin kendini var ettiği bir aynadır. Bu nedenle kadın "elden gittiğinde" erkek aynasını yitirmiş gibi boşlukta kalır. Onu terk eden yalnız bir eş değildir; yıllarca eşi üzerine kurduğu erkeklik kalesinin kapıları dağılmıştır.
-
Ailede İlk Ders: Şiddetin Sessiz Öğretmeni
Geleneksel evlerde baba yalnızca bir otorite değildir, aynı zamanda "itiraz edilmezlik" duygusunun temsilcisidir. Annenin sessiz kalışı, çocuğa şu mesajı verir:
"Annem bile babama karşı çıkmıyor ve boyun eğiyorsa, diğer herkes de eğmek zorundadır."
Bu sessiz tanıklık, erkek çocuk için yalnızca bir rol model değil, bir güvenlik haritası oluşturur. Sınırları belirler, ritmi belirler, gücün nereden geldiğini öğretir. Bu ortamda yetişen çocuk öfkeyi bir iletişim biçimi; sevgiyi ise çoğunlukla bir ödül olarak öğrenir.
-
Modern Kadınla Karşılaşma: Kültürel Fay Hattının Kırılması
Erkek büyür, kendi ailesini kurar ve hayat, ona hiç beklemediği bir sınav getirir:
Kendi benliğinin farkında olan bir kadın.
Bu kadın, babasının önünde susan anne değildir.
Bu kadın, "sen erkeksin, bilirsin" demek için yetiştirilmemiştir.
Bu kadın, kendi kişiliğini, hayallerini, sınırlarını bilir.
İşte bu anda erkek, ilk kez şunu fark eder:
Evinin içinde eskisi kadar geniş adımlarla yürüyememektedir.
Bu, bir davranışın reddi değil, erkeğin zihninde kendi kimliğinin reddi gibi yankılanır. Kadın ayrılmak istediğinde erkek bunu "ilişkinin bitişi" olarak değil,kendi varlığının silinişi olarak okur.
Ve insan, kendini yoklukla yüzleşmiş hissettiğinde çoğu zaman ya çöker ya saldırır.
-
Narsisistik Yaralanma: Erkekliğin Kırılgan Zırhı
Birçok kadın cinayetinin ardında, erkeğin şu cümleyi kaldıramaması yatar:
"Artık seninle olmak istemiyorum."
Bu cümle erkeğin zihninde şu anlamlara dönüşür:
"Sen yeterince güçlü değilsin."
"Senin sözün geçmiyor."
"Senin otoriten çöktü."
Bu bir ayrılık değil, bir taht kaybıdır.
Ve tahtı kaybeden erkek, çoğu zaman gerçek duygularına değil, kültürün ona biçtiği role sarılır: "Otoritem sarsıldıysa, gücü yeniden göstermeliyim."
Bu, psikolojide narsisistik kırılma olarak bilinir. Benliğin bir anda çöktüğü, kişinin yerle bir olduğunu hissettiği o an.
-
"Ya Benimsin Ya Toprağın": Şiddetin Karanlık Mantığı
Erkek için kadın yalnız bir eş değil, kendini taşıyan son sütundur. Kadın giderse erkek boşluğa düşer; o yüzden bu cümle bir tehdit değil, bir itiraf gibidir:
"Ben sensiz kim olduğumu bilmiyorum."
Kadının bu boşluğu dışardan görünmez; çünkü boşluğu kapatan şey yıllarca toplum tarafından örülmüş olan o sahte güç duvarlarıdır. Erkek, bu duvarların çöktüğünü anladığında geriye tek bir seçenek kaldığını sanır:
Yok etmek.
Bu nedenle cinayet çoğu zaman bir öfke patlaması değil; yanlış öğretilmiş erkekliğin ölümcül sonucu olur.
-
"Cezamı Çekerim": Eril Onurun Gölgeleri
Kadını öldüren birçok erkeğin, teslim olurken polise söylediği cümle benzerdir:
"Ben yaptığımın arkasındayım. Cezam neyse çekerim."
Bu cümle tuhaf bir vicdan değil, kültürel bir kodun devamıdır.
Bu erkekler için ceza, suçun karşılığı değil;onurun bedelidir.
Tıpkı askerde bir görev, tıpkı sokakta bir hesaplaşma...
Devlet burada bile, erkeğin gözünde, erkekliğin bir hakemi gibidir.
-
Sonuç: Bir Kültürün Kırılgan Aynası
Kadın cinayetleri bireysel öfkenin ya da patolojik kişiliklerin sonucu değildir yalnızca. Bir toplumun erkekliğe dair yüzyıllardır inşa ettiği kırılgan, içi boş, sahte bir tahtın sonucudur. Her kadın cinayetinde yıkılan, aslında kadın değil; erkeğin kendine kurduğu o yanılsama sarayıdır.
Bir erkeği güçlü kılan şey, sahip oldukları değil; duygularıyla yüzleşebilme cesaretidir.
Bu cesareti kültürden değil, insan olmaktan alan bir toplumda, kadın cinayetleri yalnızca bir haber değil, bir utanç olmaktan çıkar; nihayetinde bir geçmiş hatası olur.
Ama o güne kadar, bu topraklarda her cinayetin ardında aynı cümle yankılanmaya devam edecek:
"Bize öğretilen erkeklik, bize kendimizi öğretemedi."
HASAN ABACI