Veronika Ölmek İstiyor
Paulo Coelho'nun 1998 yılında kaleme aldığı Veronika Ölmek İstiyor kitabı, varoluşçu sorgulamalarla toplumsal normları düşündüren; psikolojik ve felsefi katmanların iç içe geçtiği, tek bir kategoriye sığdırılamayacak bir eserdir.
Kitap mekânsal olarak Slovenya'nın başkenti Ljubljana'da geçen ve büyük ölçüde Villete adlı bir akıl hastanesinde ilerleyen bir romandır. Roman, belirli bir tarihsel döneme sabit olmadan, kısa bir zaman diliminde ilerler. Kapalı bir mekân etrafında şekillenen anlatı, dış olaylardan çok karakterlerin iç dünyasına ve ruhsal süreçlerine odaklanır.
Veronika; genç, güzel, istikrarlı bir işi ve yaşantısı olan, nispeten özenilen ve her şeye sahipmiş gibi görünen bir kızdır. Ancak iç dünyasındaki yaşam, aynı döngüyü bir rol gibi tekrarladığı düşüncesiyle anlamını yitirmiştir.
Bu düşünceler, onu intihar girişiminde bulunmaya sürükler. Aldığı ilaçlar bünyesini zorlasa da yaşama geri döner. Uyandığında kendini bir akıl hastanesinde bulur; yaşadığı durum sonucu kalbinin hasar aldığını ve az bir zamanı kaldığını öğrenir.
Veronika, sonucun ölüm olmasından memnun olur; ta ki akıl hastanesinde "deli" olduklarına inandığı insanların düşüncelerine ve kendi hikâyelerine tanıklık edip sorgulamaya, kendi iç dünyasını keşfetmeye başlayana kadar.
Veronika, giderek hayatın ölüm karşısında nasıl da değerlendiğine tanık olur ve az zamanı kaldığı bilinci, bütün bir hayatını sorgulamasını sağlar. Bununla birlikte Veronika'nın akıl hastanesinde olmayı özgürlük olarak nitelendirmesi; kendini yargılamayı ve "normal" adı altında davranmayı bırakarak kendisine izin vermesini sağlar. Aynı zamanda bu durum, insan davranışlarının altındaki normları ve bu normlara yakınlığın ya da uzaklığın dışarıdan, nasıl delilik ya da normallik olarak algılandığını da görünür kılar.
Yazar, üç farklı yan karakterle hikâyeyi derinleştirir. Hikâyelerinde ortak olan nokta oldukça belirgindir: Hiçbiri sürekli mutsuzluk yaşayan ya da hayatları kalitesiz olan kişiler değildir. Buna rağmen depresyon, panik atak ve şizofreni teşhisiyle akıl hastanesinde "deli" olarak anılan bireyler arasındadırlar. Çünkü hepsi, hayatta yapmak istediklerini yapacak cesareti gösterememiş; aileleri ve çevreleri uğruna kendilerini baskılamış kişilerdir. Seçimlerinin sonucunu ise ruhsal bir yük olarak taşırlar.
Paulo Coelho, bu romanda kısmen deneyimlediği bir dünyayı sunar bize. Bir dönem ailesinden ve toplumdan farklı istekleri ve düşünceleri nedeniyle ruhsal olarak "hastalıklı" görülmüş ve akıl hastanesinde yatırılmıştır.
Bu nedenle kitap; akıl hastanesine bakışa, uygulanan tedavilere, çalışanların yaklaşımına ve en çok da toplumsal beklentilere ve delilik kavramına yöneltilmiş bir eleştiri niteliği taşır.
Kitabın toplumsal normlara ve delilik kavramına yönelttiği eleştiriyi, doktor karakterinin sözlerinde görürüz:
"Her insan tektir; her bireyin kendi özellikleri, içgüdüleri, farklı beğenileri, istekleri, serüven biçimleri vardır. Ancak toplum, her zaman belirli davranış kurallarını herkese empoze etme eğilimindedir. Tek tek insanlar ise neden bu kurallara uymak zorunda olduklarını merak etmezler. Bunları kabullenirler; tıpkı yazı makinesi kullananların belirli bir klavyeyi en doğrusu sanarak benimsedikleri gibi. Saatin yönünü sorgulayan biriyle karşılaştınız mı hiç?
Hayır. Siz farklı bir insansınız ama herkes gibi olmak istiyorsunuz. Bu da bana kalırsa ciddi bir hastalıktır. Kendinizi herkes gibi olmaya zorlarsanız; nevrozlara, psikozlara, paranoyaya yol açarsınız. Bu, doğayı çarpıtmaktır; Tanrı'nın yasalarına karşı gelmektir. Tanrı, dünyanın bütün dağlarında ve ormanlarında bir tek yaprağı bile bir başkasının tıpkısı olarak yaratmamıştır. Oysa siz farklı olmayı delilik sayıyorsunuz. Bu yüzden Villete de kalmayı yeğlediniz; çünkü burada herkes farklıdır ve böylece siz kendinizi herkes kadar normal görürsünüz."
Bu bakış açısıyla birlikte, yazarın yaklaşımını net şekilde görmüş oluruz.
Kitapta Veronika'nın intiharı, psikiyatri doktoru için de bir araştırma konusu hâline gelir. İnsanı memnun edecek onca etmene rağmen aynı düzen içinde yaşamak; bıkkınlığa, gerçeklikten korkmaya, duyguları bastırmaya ve dış dünyaya duvar örmeye neden olur. Bu şekilde yaşamlarını otomatiğe alan, işe gitmeye, televizyon izlemeye, günlük işlerini sürdürmeye ve şikâyet etmeye devam eden insanlar, toplum için tehdit oluşturmadıkları sürece "normal" kabul edilirler. Doktor için Veronika'nın durumu, bu görünmez ruhsal sorunlara bir cevap sunar; çünkü ölüm bilinci yalnızca onu yaşayan kişi için değil, çevresindeki herkes için de bir yaşam bilinci oluşturur.
Sonuç olarak bu kitap; ölümün ucundan yaşamın güzelliğine, aslında her anın başlı başına mucize içerdiğine; yaptıklarımızın ve daha doğrusu yapmayı seçmediklerimizin yaşamımızı şekillendirdiğine, geçmiş ve gelecek içinde insanın elindekinin sadece şimdiki zaman olduğuna değinen ve bu yazıya sığamayacak kadar sorgulama ve bakış açısı içeren bir çırpıda okunabilecek kısa, akıcı ve sade anlatımıyla okumaya değer bir eserdir.