Arama

Mutluluğun Reddi / Mutlu Olmak Zorunda mıyız?

Okunma Sayısı : 535

Herkes mutluymuş gibi yapıyor. Ama kimse iyi değil.

Mutluluğun Reddi / Mutlu Olmak Zorunda mıyız?

Mutluluk. Herkesin peşinden koştuğu ama kimsenin ne olduğunu tam bilmediği o duygu. Kimi için huzur, kimi için başarı, kimi için sadece bir günün sonunda nefes alacak vakit bulmak… Ama ne olursa olsun, artık mutluluk bir tercih değil, bir zorunluluk gibi yaşanıyor.

Bugünlerde herkes birbirine "Mutlu ol!" diyor ama aslında “Mutlu görün!” demek istiyor. Sosyal medyada sahte gülümsemeler, tatil fotoğrafları, parlak kahvaltı sofraları, filtrelenmiş hayatlar… Herkes mutluymuş gibi davranıyor çünkü mutsuz olmanın ayıp sayıldığı bir baskının altındayız. Üstelik bu baskıyı sadece sistem yapmıyor, biz de birbirimize karşı yapıyoruz.

Kimse kimsenin acısına, yorgunluğuna, kederine tahammül etmiyor. “Takma kafana, geçer”, “Pozitif ol biraz”, “Bak ben nasıl baş ediyorum” gibi cümlelerle aslında demek istediğimiz şu: “Benim moralimi bozma.”

Acı çeken, üzülen, düşen birini görünce hemen uzaklaşıyoruz. Çünkü düzen bize, ne olursa olsun güçlü görünmemizi, gülümsememizi ve hiç durmadan devam etmemizi dayatıyor . Ama bu mümkün değil. İnsan dediğin kırılır, yorulur, ağlar, yenilir, geri çekilir..

Bu baskının belki de en yoğun yaşandığı yerlerden biri de aşk ilişkileri. Herkes karşısındakinden kesintisiz bir mutluluk, hep iyi bir ruh hâli, sürekli yüksek enerji bekliyor. Oysa aşk dediğin, sadece iyi günlerden ibaret değil. Bazen birlikte susmak, birlikte üzülmek, birlikte düşmek de gerek. Ama ne oluyor? Biri biraz içine kapanınca, biraz yorulunca, biraz sessizleşince hemen "Bu ilişki yürümez" deniyor. Çünkü artık ilişkiler bile birer “mutluluk yatırımı” gibi görülüyor.  İlişkilerde “Yeterince iyi hissettirmiyorsan, gidersin” yaklaşımı egemen artık.

Ve sonrasında işin içine vahşi bir şey daha giriyor: Kapitalizm.
Bize durmadan şunu fısıldıyor: “Mutlu ol. Çünkü mutlu olmazsan çalışmazsın, alışveriş yapmazsın, üretmezsin, tüketmezsin.”
Mutluluğu bir duygu olmaktan çıkarıp bir görev hâline getiriyor. Market raflarında satılan bir ürün gibi sunuyor. Reklamlarda, dizilerde, sosyal medya akışlarında hep aynı mesaj: “Kendini sev, kendine yatırım yap, hep iyi hisset.” Ama bu “iyi hissetme” hâli çoğunlukla bir alışveriş listesi gibi: Kendine yeni kıyafet al, daha iyi bir telefon edin, pahallı bir kahve iç, “kendin için” bir tatil planla.

Ama ya imkânı olmayanlar? Ya asgari ücretle çalışanlar? Ya ay sonunu getiremeyenler, kirasını ödeyemeyenler, çocuğunun okul çantasına yiyecek bir şey koyamayanlar? Onlar da mı “pozitif düşünerek” hayatta kalacak?
Sistem tam da burada acımasızlaşıyor: Yoksulu da, işsizi de, depresyonda olanı da kendini suçlu hissetmeye zorluyor. “Sen kötü hissediyorsan, yeterince çabalamamışsındır” diyor. Yani mutsuzluğu bile kişinin hatasıymış gibi sunuyor.

Bu yetmiyormuş gibi, biz de mutsuzluğun sebebini derinlemesine bakmadan göremediğimiz için, mutsuzlaştığımızda hemen suçu en yakınımızdakilere atıyoruz. “Sen beni mutsuz ettin”, “Senin yüzünden böyle oldum”… Oysa çoğunlukla mutsuzluğun kaynağı, tam da içinde yaşadığımız bu sistemin ta kendisi. Sabahın köründe işe git, akşama kadar çalış, borçla yaşa, yetersiz beslen, gelecek kaygısı çek, ama hep gülümse. Olur mu öyle şey?

Ama biz bu düzeni sorgulamak yerine birbirimizi sorguluyoruz. “Neden gülmüyorsun?” diyoruz, “Neden böyle oldun?” Oysa asıl soruyu sormuyoruz: “Bizi bu hâle kim getirdi, biz neden böyle olduk?

Hayat zor. Bu zorlukla birlikte yaşayabilmek için önce kendimize sonra başkalarına nefes alacak alan bırakmamız gerekiyor. Herkesin her an mutlu olmak zorunda olmadığını, bazen üzülmenin, yorulmanın, hayal kırıklığı yaşamanın da normal olduğunu, kesintisiz mutluluğun mümkün olmadığını, sınırları olan bir canlı olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor.

Çünkü mutsuzluk da tıpkı mutluluk gibi insanca bir hâl. Bizi eksiltmiyor. Aksine, gerçekliğimizin bir parçası. Bastırıldığında değil, yaşandığında dönüşüyor, geçiyor..

Mutlu olmak zorunda değiliz, medya üzerinden de üzerimize boca edilen mutluluk hallerine girmek zorunda değiliz. En iyisi olmak zorunda değiliz, en başarılısı olmak zorunda değiliz, hiçbir şeyi taklit etmek zorunda değiliz, kendimiz dışında başka bir şeye benzemek zorunda değiliz..

Kendimiz gibi olmak, kendi doğal akışımızda, kendi sınırlarımızın içinde yaşamak bizim için yeterli.. Mutluluk da yaşamımızın büyüklüğünde, sahip olduklarında veya koşuşturmacasında değil, sadeliğinde ve dinginliğinde gizli.

 

 UĞUR AL

 

Etiketler : mutluluk alışveriş kendin olmak kapitalizm
UĞUR AL
UĞUR AL

Gaziantep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladığı lisans eğitiminin ardından, genç yaşlarda adım attığı edebiyat dünyasında, yıllar boyunca hem yazar hem de yayın yönetmeni olarak üretmeyi sürdürdü. Yerelden ulusala uzanan çeşitli dergilerde kaleme aldığı yazılar; dilin, düşüncenin ve duyarlığın izini süren bir arayışın ürünü oldu. Bir süreliğine edebiyattan uzak kalsa da, söze ve anlamın derinliğine duyduğu bağlılık hiç eksilmedi. Bu sessizlik dönemi, onun için bir geri çekilme değil, daha derin bir bakışın hazırlığıydı. Şimdi, FikirEdebiyat.com aracılığıyla yeniden yazınsal üretime dönerek, hem geçmiş birikimini hem de yeni arayışlarını okurla buluşturmaktadır.

Beğendim
Bayıldım
Komik Bu!
Beğenmedim!
Üzgünüm
Sinirlendim
Bu içeriğe zaten oy verdiniz.

Yorumlar

Derin Yılmaz

Çok güzel tespitlede bulunmuşsunuz.

4 ay önce
Seray Uçar

Yazınızı çok etkileyici buldum. Günümüz dünyasının tüketici yönünü yeniden hatırladım. Teşekkürler.

4 ay önce