UĞUR AL Yazıları - FikirEdebiyat Dergisi
Her şey uyanık bir kapitalistin, cep telefonunu bir cep bilgisayarına çevirmeye çalışmasıyla başladı. Hesap makinesi, not defteri derken; arkadan kamera , banka uygulamaları, oyunlar ve son olarak bizi hem yarı deli, hem de sürekli müşteri olmaya mahkum eden sosyal medya uygulamaları geldi. Böylece...
" Bu çiftliğin değişmez bir kuralı var, burada ölen burada kalır" ....
Bir köpeğin tüm ömrü sadece on yıl, sadece on yıl. Kısacık bir konukluk. On yıllığına geldiğin bu dünya "İnsan" adlı bir canlı türünün egemenliğinde. Bu tür, dünyayı cehenneme çevirmiş, doğadan kopmuş; yaşamı, yaşamını ve çevresini beton bloklara boğmuş...
Güzellik endüstrisi kadınları şeklen tek bir kadına dönüştürüyor, artık sokaklar birbirine tıpatıp benzeyen silikon dudaklı kadınlarla dolu. Evlilik teklifleri artık hep aynı modelle yapılıyor, erkeğin diz çöktüğü kadının şaşırdığı yapmacık vasat bir oyunculuk, ayrıca bu teklifleri daha ilgi çekici...
Öylesine katlanılmaz bir gerçekliğin içine mahkum edilmiş durumdayız ki bir uçan halıya atlayıp bu çağdan, bu çağın insanından, bu çağın acımasızlığından kaçmak istiyoruz.
Senin doğduğun günü hatırlamıyorum kızım, ilk gülümsemeni, ilk "BABA" deyişini ve ilk adımlarını hatırlamıyorum..
Artık üç harfimiz vardı ama bu üç harf hiçbir şekilde mantıklı bir çıkarım yapmaya yaramıyordu. Neden böyle parça parça yazdığını da anlamamıştım. Bu duvardaki harfler, bu yazılı kağıtlar ne anlatmaya, kime ne söylemeye çalışıyordu? Kimdi bu adam, hepimizi deli edecekti..
Herkes mutluymuş gibi yapıyor. Ama kimse iyi değil.
Birbirimizin olmaya çalışırken, kendimizi geri kalan her şeyden öyle çok mahrum ediyorduk ki, her şey bittiğinde ikimiz ayrı düşmüş bir "hiç" olmuştuk…
Bir kış sabahı gelen mektupta şunlar yazıyordu: "Sıkı giyin, sarılacak kimsen yok." Başka bir mektupta şöyle yazıyordu: "- Bir gün yalnız kalırsan bunu tekrar et: Gidecek bir yerim vardı, ben onu yıktım."
Tebessüm değildi suratındaki, düpedüz kaçma isteğiydi, gözlerini saklıyordu, bakışlarını saklıyordu, içindeki fırtınayı saklıyordu, teslimiyeti ve yenilgiyi saklıyordu. Benden kaçamazdı.
Görünürlüğün bu kadar yüceltildiği bir düzende, geri çekilmek, görünmemek bir direniştir. Paylaşmamak, bir isyandır. Sessizlik, bir çağrıdır:
Tapınmaya alıştığın Tanrı birden yok olunca, şuursuz bir sonbahar yaprağı gibi süzülüyorsun dinsizlik fırtınasında; ne cennet ne cehennem kalıyor, yaşamla ölüm arasında bir yerde, gidecek hiçbir yeri olmayan bir ruha dönüşüyorsun.
O ise buna her zaman ayak diriyor, sevmenin genel geçer bir tarzı olmadığını, herkesin sevgisini ancak kendi tarihinin, yaşanmışlıklarının yarattığı şekilde gösterebileceğini, yüreklerin de eşitsiz gelişim yasasına tabi olduğunu söylüyordu.
Şimdi biz seninle artık başka cümlelerin eylemleriyiz..