Okunma Sayısı : 306
Mahremİyetini gizleyen, utanan, kendi dar yaşam alanında o dar yaşam alanına yeterek yaşayan ve yetiyor olmanın tatminiyle kendi yaşamına doyan, mutlu olan o insan, ne oldu da birden çıplaklığı dahil her şeyini göstermek için türlü taklalar atan bir gösteri soytarısına dönüştü?
Ne oldu da utanmak, bir eksiklik değil de bir "geri kalmışlık" emaresi sayılmaya başlandı?
Ne zaman göz önünde olmak, var olmanın yegâne şartı haline geldi; ne zaman insan, iç huzurunu değil, dış onayı arar oldu?
Kendine yetmenin vakarlı sessizliği, nasıl da birdenbire yetersizlik gibi algılanır oldu?. Dışarıda alkış yoksa içerideki huzur ne zaman boşa sayıldı?
Kapitalist sistemin hiç değişmeyen bir kuralı vardır: Suyun bile parayla satıldığı bir gerçeklikte, bir kapitalist şirket size bir şeyi bedava sunuyorsa ordaki ürün, yani alınıp satılan meta sizsinizdir.
Nasıl oldu da insan kendi küçük aynasına ihanet edip, kendini milyonların baktığı dijitalar aynalarda seyreder oldu?
.......
Her şey önce küçük sergileme jestleriyle başladı: bir kahve fincanı, bir manzara, bir yeni saç modeli... Sonra her şey sahneye taşındı: aşk, ayrılık, hastalık, hatta ölüm. Hayat, artık yaşanacak değil, paylaşılacak gösterilecek bir şeydi. Mahrem olan, reklam nesnesine dönüştü. Saklı olan, artık utanç değil; tam tersine, gösterilmeyenin ayıbıydı.
Yaşadığımız bu akılsızlık çağında, kendimizi sürekli görünür kılmaya mecburmuşuz gibi davranıyoruz. Sosyal medya ise, bu görünürlüğün kutsal mabedi haline geldi. Ancak burada olan, iletişim değil; asıl olan, teşhir. Bedenin, duygunun, düşüncenin; yani tüm benliğin alınıp satıldığı bir açık pazar. Instagram’da bir gülümseme, Twitter’da bir fikir, TikTok’ta bir dans... Hepsi artık birer içerik. Birer "ürün".
Kapitalizm, üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutan sermaye sahiplerinin, emekçilerin zamanını ve emeğini metaya dönüştürerek zenginleşmesini sağlar. Sosyal medya ise bu dinamiği daha da derinleştirir. Burada artık üretim sadece fabrikalarda değil, bireyin varoluşunun her alanında gerçekleşir. Selfie’sini paylaşan genç, yalnızca bir fotoğraf değil; beğeniyle ölçülen bir "ürün" sunar. O beğeniler, algoritmanın dişlilerinde daha çok görünürlük, daha çok etkileşim, daha çok reklam demektir. Yani daha çok sermaye.
İnsanlar artık kendi bedenlerinin, yüzlerinin, hayatlarının işçisidir. Sabah kahvesini "story"ye koyan kişi, o kareyle sadece gününü değil, kendi kimliğini de pazarlamaktadır. Tıpkı bir ürün gibi: ambalajlı, cilalı, "like" edilmeye hazır. Ama bu pazar yerinde herkes kazanmaz. Beğeni kültürü bir yarış yaratır; bu yarış, sistemin içinde herkesin birbirine rakip olduğu bireyci mantığın dijital karşılığıdır. Kim daha güzelse, kim daha ilginçse, kim daha "cool" görünüyorsa o kazanır. Bu estetik rekabet, insanları gerçekte kim olduklarından çok, "nasıl göründüklerine" hapseder. Yüzeyin hâkimiyetinde derinlik boğulur.
Kapitalizm için ideal yurttaş, üretimden sonra tüketen kişidir. Sosyal medya, bu döngüyü hızlandırır. Kendini teşhir et, beğeni topla, daha çok görün, daha çok tüket. Sonsuz bir doyumsuzluk. Daha iyi bir telefonla daha güzel fotoğraflar, daha pahalı kıyafetlerle daha şık "reels"ler. Beğenilme arzusu, tüketim çılgınlığını körükler. Ve sistem mutlu olur: çünkü insanlar gerçek ihtiyaçlarını değil, başkaları tarafından nasıl göründüklerini önemser hale gelmiştir.
Oysa Marx’ın dediği gibi, “İnsan, kendini üretimle yaratır.” Bugün ise insan, kendini ekranlarda tüketerek yok eder. Sosyal medya, görünürlük vaadiyle sunduğu özgürlüğü, bireyin iç dünyasını ve mahremiyetini metalaştırarak gasbeder.
Sosyal medya, bireyin hem vitrini hem mezarıdır artık. Burada görünür olan, gerçekliğin kendisi değil; algoritmalara göre kurgulanmış bir surettir. Her fotoğraf, her "story", her düşünce parçası bir sunumdur. Sunum, tüketim içindir. Bu tüketimin nesnesi ise bizzat insanın kendisidir.
Kişi, gününü, yediğini, okuduğunu, sevdiğini paylaşarak görünür olur. Ancak bu görünürlük, özgürlük değil; görünürlüğe mahkûmiyet anlamına gelir. Her paylaşım bir beklentiyle yapılır: Beğenilmek, onaylanmak, daha çok görünmek. Beğeni, sanal dünyanın para birimidir. Yeterince beğenilmezseniz, sistem sizi unutmaya başlar. Dijital suskunlukla cezalandırılırsınız.
Bunların dışında Kapitalist akıl, insanı yalnızca çalıştırmakla yetinmez; onu eğlendirir, eğlendirirken biçimlendirir. Sosyal medyanın bir diğer işlevi de budur. Beğenilmeyen bir beden, okunmayan bir söz, görünmeyen bir hayat... Hepsi sisteme karşı kaybetmiş sayılır. Kaybeden birey, kendini yeniden var edebilmek için sosyal meydanın var ettiği ölçütlere göre kendini yeniden biçimlendirir..
"Sosyal medya, kapitalist aklın toplum mühendisliği alanında yarattığı en etkili araçlardan biridir. Kitleleri kolayca yönlendirmek adına tasarlanmış bu ‘mucizevi’ sistem, insanları kendi ve birbirlerinin görüntülerinden oluşan sanal bir evrene gömer. Böylece onları körleştirir; uzayan mesaileri, düşen gelirleri, artan kiraları ve fatura yüklerini, çaresizliklerini ve geleceksizliklerini görmelerini engelleyen parlak bir perde işlevi görür."
Bu sistemde durmak, seyretmemek, paylaşmamak bir tür yokluk gibi kodlanır. Ama belki de en radikal varoluş biçimi budur: "görünmemek". Herkesin bağırarak kendini duyurmaya çalıştığı bir dünyada susmak, bir devrim olabilir. Beğenilme ve onay alma sarmalından çıkmak, gerçek benliğe atılacak ilk adım olabilir. Çünkü insan, ekranlara değil, aynalara bakarak kendini tanır. Gerçek aynalara… Ve belki de sadece gözlerini kapayarak görmeye başlayabilir.
Görünürlüğün bu kadar yüceltildiği bir düzende, geri çekilmek, görünmemek bir direniştir. Paylaşmamak, bir isyandır. Sessizlik, bir çağrıdır: Kendine dön, yavaşla, hisset, düşün, unutma. Kendi dar ama gerçek yaşam alanını, ekranların sahte ihtişamına değişme. Çünkü senin içindeki o sükûnet, algoritmaların hiçbir zaman anlayamayacağı kadar derindir.
Belki de zaman, sosyal medyayı "biraz daha fazla paylaşım"la değil, bilinçli bir reddedişle karşılamanın zamanıdır. Ekran karardığında başlayan o derin sessizlik… İşte orada gerçek insan hâlâ yaşıyor olabilir. Ve hâlâ kurtarılabilir.
UĞUR AL
Gaziantep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladığı lisans eğitiminin ardından, genç yaşlarda adım attığı edebiyat dünyasında, yıllar boyunca hem yazar hem de yayın yönetmeni olarak üretmeyi sürdürdü. Yerelden ulusala uzanan çeşitli dergilerde kaleme aldığı yazılar; dilin, düşüncenin ve duyarlığın izini süren bir arayışın ürünü oldu. Bir süreliğine edebiyattan uzak kalsa da, söze ve anlamın derinliğine duyduğu bağlılık hiç eksilmedi. Bu sessizlik dönemi, onun için bir geri çekilme değil, daha derin bir bakışın hazırlığıydı. Şimdi, FikirEdebiyat.com aracılığıyla yeniden yazınsal üretime dönerek, hem geçmiş birikimini hem de yeni arayışlarını okurla buluşturmaktadır.