Okunma Sayısı : 294
Hayatınızı etkileyen, ufkunuzu genişleten, söylenmemişi söyleyen kitaplar vardır ya hani... Gerçek yanı başınızdadır ama siz onu görmek istemezsiniz; birinin gelip onu görünür kılması gerekir. Kendine Ait Bir Oda, benim için tam da böyle bir kitap. Sadece bir düşünsel metin değil; kadın olmanın, düşünebilmenin ve yaratabilmenin tarihine açılan sessiz bir kapı...
Kendi aramızda sık sık tartışırdık: Neden ülkemizde kadın şairlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor? Onlarca erkek yazar ve şairi kolaylıkla sayabilirken, kadınların adı neden bu listenin çok gerisinde kalıyor?
İşte Virginia Woolf, bu sade ama sarsıcı gerçeği açıkça dile getiriyor:
"Bir kadının kurmaca yazabilmesi için parası ve kendine ait bir odası olmalıdır."
Bu cümle yalnızca fiziksel bir mekâna değil; ekonomik bağımsızlığa ve zihinsel özgürlüğe de işaret eder. Kendine ait bir oda, bir kadının içine çekilebileceği, kendini yeniden üretebileceği, zihninin sesini duyabileceği, varlığını gerçekleştirebileceği bir alandır. Woolf, tarih boyunca kadınların büyük yazarlar çıkaramamasının sebebinin yeteneksizlik değil, onları sınırlandıran toplumsal koşullar olduğunu açıkça gösterir.
Woolf, bu kitabı 1928 yılında Cambridge Üniversitesi'nde kadın kolejlerinde verdiği iki konferansa dayandırarak kaleme alır. Dönemin koşullarını düşündüğümüzde, kadınların karşılaştığı engeller çok daha görünür hâle gelir. 19. yüzyıl sonlarına dek pek çok üniversite yalnızca erkeklere açıktır. 16. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar birçok kadın yazar, yazmanın ayıp sayılması ya da kadın ismiyle ciddiye alınmama korkusuyla kitaplarını erkek isimleriyle yayımlamak zorunda kalmıştır (George Eliot, George Sand...). Kadınlara yumuşak başlılık ve itaatkârlık öğretilir; yazabilecekleri konular ise aşk, evlilik ve aileyle sınırlanır. Woolf'un yaşadığı dönemde bile kadınların üniversite kütüphanesine girebilmesi için bir erkek refakatçiye ihtiyaçları vardır.
Bu çarpıcı tabloyu daha da somutlaştırmak için Woolf, Shakespeare'in hayali bir kız kardeşini yaratır ve sorar: Eğer o da ağabeyi kadar yetenekli olsaydı, ne olurdu?
Yanıt açıktır: Muhtemelen hiçbir şey. Ona yazması için ne zaman tanınırdı ne de özgürlük. Eğitim hakkı yoktu, yazdıkları ciddiye alınmaz, sesi duyulmazdı.
Kadınlar tarih boyunca yalnızca ev içi rollerle tanımlanmış; kendilerine ait bir zaman, bir sessizlik, bir alan yaratmalarına izin verilmemiştir. Oysa yazmak; yalnız kalmayı, düşünebilmeyi, kendini ifade etmeye cesaret etmeyi gerektirir. Bunlar, tarihsel olarak kadınlara kolayca sunulmuş ayrıcalıklar değildir.
Woolf, yaşadığı dönemin toplumsal yapısını, özellikle de kadınların düşünce ve edebiyat dünyasındaki konumunu cesaretle eleştirir. Kendine Ait Bir Oda, yalnızca bir deneme değil; feminist düşüncenin kurucu metinlerinden biridir.
Woolf'un dili yumuşaktır ama sarsıcıdır. Okurla tartışmaz; onu birlikte düşünmeye davet eder. Söyledikleriyle yalnızca bir döneme ayna tutmaz, bugüne de seslenen bir çağrı bırakır:
Yazın. Düşünün. Kendi alanınızı kurun.
Çünkü o oda, hâlâ birçok kadın için inşa edilmemiş durumda.
Bugüne baktığımızda, Woolf'un soruları geçerliliğini koruyor. Elbette artık kadınlar yazar, düşünür, sanatçı olarak daha görünür olabiliyor. Ancak hâlâ birçok kadın için zaman, alan ve özgürlük birer ayrıcalık olmaya devam ediyor. Zaman bulamayan, düşüncelerini dile getirmekten çekinen, iç sesi bastırılmış sayısız kadın, hâlâ o odayı arıyor. Bu oda, sadece dört duvarla çevrili bir yer değil; aynı zamanda zihinsel bir sığınak, kimseye hesap vermeden var olabilme hakkı.
Toplumsal cinsiyet rolleri üzerine eleştirel bir bakış geliştirmek; kadınların yazın, düşünce ve sanat alanındaki eşitlik mücadelesini anlamak, ve belki de en önemlisi, kendi sesinizi keşfetmek istiyorsanız, Virginia Woolf ile mutlaka tanışmalısınız...
DEMET AL
Çukurova Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü mezunu. Yazı yolculuğuna üniversite yıllarında, düşünce dünyasının derinliklerinde kendine ses ararken başladı. Yazmak, onun için içinde biriken duyguların ve suskunlukların söze dönüşmesiydi. Bugün bir öğretmen olarak çocukların hayatına dokunmanın huzurunu yaşarken, FikirEdebiyat ile daha geniş bir dünyada iz bırakmanın heyecanını taşıyor.